Asla Geri Dönmeyin
Galatyalılar 4:8–11
Ne var ki, eskiden Tanrı’yı tanımadığınız zamanlarda, gerçek olmayan tanrılara kölelik ettiniz. Şimdiyse Tanrı’yı tanıdınız, daha doğrusu Tanrı tarafından tanındınız. Öyleyse nasıl oluyor da bu değersiz, etkisiz ilkelere dönüyorsunuz? Yeniden onların kölesi mi olmak istiyorsunuz? Özel günler, aylar, mevsimler, yıllar kutluyorsunuz! Sizin için korkuyorum. Yoksa uğrunuza boş yere mi emek verdim?
Bir keresinde, Vietnam Savaşı sırasında “Hanoi Hilton” denilen bir yerde Amerikalı pilotlara yapılan işkenceleri konu alan bir belgesel seyretmiştim. Bu havacılardan çoğu savaş yıllarını son derece zor koşullarda esir olarak geçirmekteydi; açlıktan, işkenceden ve barbarca yaşam koşullarından geçmekteydiler. Sonunda barış sağlanmış ve pilotlar Amerika’ya geri dönmüşlerdi. Belgesel, bu esir pilotlara nasıl tedavi uygulandığını, temizlendiklerini ve yeni kıyafetler verildiğini anlatmaya devam ediyordu. İlk mola yerine geldiklerinde yoldaki bir kafeteryaya götürüldüler ve kendilerine diledikleri kadar yiyebilecekleri, yemeklerin sadece onlar için ve onlara özel olarak hazırlanacağı söylendi. Bir pilot büyük bir biftek, bir düzine yumurta ve bir Fransız tostu söyledi. Demem o ki bu esir düşmüş pilotlar esaretten kurtulmalarını kutluyorlardı. Peki, bu esir düşmüş pilotların yeniden Hanoi Hilton’a dönmek istediklerini görseydiniz, ne tepki verirdiniz? Tekrar esarete dönmek istediklerini söyleselerdi tepkiniz ne olurdu? Bu insanların delirmiş olduklarını düşünmez miydiniz?
Bu örnek, Pavlus’un Galatyalılar’la ilgili hayal kırıklığını yansıtmaktadır. Elçi bu bölümde yasaya köle olmaktan özgür kılındıklarını söylemekte ve onlara neden geri dönmeye çalıştıklarını sormaktadır. Eğer Mesih onları özgür kıldıysa, neden yasanın laneti altına dönmeye çalışıyorlar? Pavlus’un argümanı şudur: yalnızca yasayı kusursuz bir şekilde yerine getiren Mesih sizi kurtarabilir. Yalnızca Tanrı Mesih’te insanı günahkâr konumundan kurtarabilir ya da yasayı eksiksiz bir şekilde yerine getirebilir. Şeytan, günah ve ölümden Tanrı’nın sağlayışı, Mesih’in işi ve Kutsal Ruh’un işleyişiyle özgür kılınmak yerine, kurtarılmış olduğu köleliğe ve boyunduruğa geri dönmeye çalışmaktadırlar. Devam etmeden önce, Pavlus’un sahte öğretmenlerin öğretisini çürütmek için İsrail’in Mısır’dan çıkışına gönderme yapmaya devam ettiğini hatırlatmalıyız.
Gerçek Olmayan Tanrılardan Kurtarıldınız
Bu bölümün başında Pavlus şöyle söylemektedir: “Ne var ki, eskiden Tanrı’yı tanımadığınız zamanlarda, gerçek olmayan tanrılara kölelik ettiniz” (Gal.4:8). Dikkatini Galatya kilisesindeki diğer uluslara çeviren Pavlus, onlara daha önce köle olduklarını hatırlatır. Pavlus’un birkaç ayet önce neler söylemiş olduğunu anımsayın: “Bunun gibi, biz de ruhsal yönden çocukken, dünyanın temel ilkelerine bağlı yaşayan kölelerdik” (Gal.4:3; Kol.2:8; İbr.5:12). Görüldüğü gibi, Pavlus diğer ulusları ele alır ve onlara daha önce sahte tanrılara ve insan felsefesine kölelik ettiklerini, bu tanrıların gerçek olmadığını hatırlatır. Pavlus, onlara özgürlüklerinden vazgeçmek isteyip istemediklerini sormaktadır: “Şimdiyse Tanrı’yı tanıdınız, daha doğrusu Tanrı tarafından tanındınız. Öyleyse nasıl oluyor da bu değersiz, etkisiz ilkelere dönüyorsunuz? Yeniden onların kölesi mi olmak istiyorsunuz?” (Gal.4:9). Böylelikle, Hristiyan olmadan önceki yaşamlarında Tanrı bilgisinden yoksun olmalarıyla, Mesih’te Tanrı bilgisine sahip olmalarını kıyaslar.
Ancak Pavlus’un kullandığı fiillerin alt metinlerine dikkat ediniz. “Şimdiyse Tanrı’yı tanıdınız” derken “tanımak” (gnantes) etken haldedir. Fakat daha sonra Pavlus kastetmiş olduğu asıl şeyi söyler: “daha doğrusu Tanrı tarafından tanındınız”, burada gnosthentes edilgen hal alır. Fark nedir? İlkinde, insanlar Tanrı’yı arar ve bulur. Diğerinde Tanrı günahkâr insanı arar, bulur ve kurtarır. İlkinde, insanın ilk adımı kurtuluşu sağlar. Diğerinde, Tanrı’nın kudretli adımı kurtuluşu sağlar. Gökleri ölçmede büyük çabasına rağmen, Babil kulesiyle, insanlar Tanrı’ya ulaşamadı. İnsan ancak Tanrı aşağı, insanları kurtarmak için yeryüzüne inerse kurtulabilir: Dorothy Sayers’in söylemiş olduğu gibi:
Bu öğretiye canlandırıcı ya da harap edici diyebiliriz; buna Vahiy ya da çöp de diyebiliriz; ama ahmakça dersek sözcüklerin hiçbir anlamı kalmaz. Tanrı’nın insanlara zorbayı oynaması hüzünlü bir hikâyedir; insanların Tanrı’ya zorbayı oynaması insanın anlamsızlığının genel iç karartıcı bir hikâyesidir ve Tanrı’nın kendilerinden çok daha iyi olduğunu görmeleri hayranlık uyandırıcı bir dramadır. Bunu ilk defa duyan bir gazeteci buna Haber diyecektir; bunu ilk kez duymuş olan bir kişi bunu Haber, hatta iyi haber olarak nitelendirmiştir; Müjde kelimesinin esasında bu olduğunu her zaman unutma eğiliminde olsak da.1
Bu, Müjde’nin doğasıdır ve Pavlus’un Galatyalılar için duyduğu kaygının sebebidir. Yalnızca Tanrı bizi günahtan ve yasanın lanetinden kurtarır.
İronik bir şekilde, Galatya’daki diğer uluslara ait kişiler Tanrı’nın verdiği özgürlüğü köleliğe dönmek için kullanıyorlardı: “Şimdiyse Tanrı’yı tanıdınız, daha doğrusu Tanrı tarafından tanındınız. Öyleyse nasıl oluyor da bu değersiz, etkisiz ilkelere dönüyorsunuz? Yeniden onların kölesi mi olmak istiyorsunuz?” (Gal.4:9). İsrail’in Mısır’daki boyunduruğa dönmek istediği gibi, diğer uluslar ve Yahudi ulusundan olan Hristiyanlar da dünyanın temel ilkelerinin boyunduruğuna geri dönmek istiyorlardı. Diğer uluslar kurtuluş ve aklanma için sünnet olmaya, yasanın tutsaklığına girmeye, başka bir deyişle Kutsal Yazılar’ın temel ilkelerinin tutsaklığına geri dönmeye çalışıyordu. Hem Yahudiler hem de diğer uluslar için amaç, bu zamanı geriye almak ve Mesih hiç gelmemiş gibi yaşamaktı.
Bir sonraki ayette Pavlus, Galatyalılar’ı sert bir şekilde eleştirir: “Özel günler, aylar, mevsimler, yıllar kutluyorsunuz!” (Gal.4:10). Bu özel günler Şabat ve Eski Antlaşma’daki çeşitli bayramlardı: Fısıh ve Mayasız Ekmek Bayramı, Günahların Bağışlanma Günü (Lev.23). Pavlus, hiçbir şekilde yasanın ahlaki gerekliliklerinin ortadan kalktığını kastetmemektedir. Ahlaki yasa nerede olursa olsun insanların yüreğinde yazılıdır, Adem ve Havva’ya Aden bahçesinde verilmiştir ve Sina Dağı’nda On Emir’de özetlenmiştir, bütün insanları evrensel olarak kapsamaktadır (Yar.1:26–28; 2:16–17; Çık.20:1–17; Lev.18:5; Yas.5:1–21; Rom.2:14–15; 10:5; Gal.3:10–12; WİA 19.1–2,5). Fakat Pavlus, kilisenin karşılaştığı en temel sorunlardan biri olan Eski ve Yeni Antlaşma arasındaki ilişki, yani yasanın törensel ve ahlaki boyutlarını, gün yüzüne çıkarır. Bu nedenle, bu bölüme daha fazla odaklanmamız gerektiğini düşünmekteyim.
Hristiyanlar genelde Eski Antlaşma’ya Mesih gelmemiş gibi bakar. Örneğin bu, insanlar On Emir’e kurtulmak için yapmaları gereken şeyler olarak baktığında meydana gelir ve bu da ahlaki yasanın tamamen yanlış anlaşılmasıdır (WİA 19.5–6). Eski Antlaşma’daki ahlaki yasalara sanki bugünkü ülkesel yönetim şeklimizin böyle olması gerekiyormuş gibi bakarlar (WİA 19.4). Örneğin, Yedinci Gün Adventistleri hâlâ Cumartesi gününü Şabat olarak tutmaktadır; bu, törensel yasanın tamamen yanlış anlaşılmasıdır (WİA 19.3). En azından Pavlus’un örneğinde, Yahudi ulusundan Hristiyanlar Eski Antlaşma’daki birçok bayramı kutlamaya devam ediyordu. Hem Pavlus’un zamanında hem de günümüzde bu uygulamalardaki esas hata, Eski Antlaşma’nın kişilerde, törenlerde ve bayramlarda Mesih’in eylemini ve Mesih’i işaret ettiğini kavrayamamaktır. Aziz Augustinus’un (354–430) söylemiş olduğu gibi eski yenide açıklanmıştır, yeni eskide saklıdır. Bizler, Eski Antlaşma’ya bir vaat olarak bakmalıyız ve Yeni Antlaşma’da bu vaatlerin gerçekleştiğini görmeliyiz. Daha teknik konuşmak gerekirse, Eski Antlaşma bir gölge veya örnek; Yeni Antlaşma ise gölgelerin işaret ettiği gerçeklik ya da örneklendirilendir.2
Eski Antlaşma ve Yeni Antlaşma arasındaki bu ilişkiyi görebilmek için birkaç ayet ele alalım: “Oysa ölüm Adem’den Musa’ya dek, gelecek Kişi’nin örneği olan Adem’in suçuna benzer bir günah işlememiş olanlar üzerinde de egemendi” (Rom.5:14). Pavlus, Adem’in gelecek olan Mesih’in bir örneği olduğunu söyler. Pavlus iki Adem arasındaki ilişkiyi şu şekilde anlatır:
Nitekim şöyle yazılmıştır: “İlk insan Adem yaşayan can oldu.” Son Adem’se yaşam veren ruh oldu.… Topraktan olan insan nasılsa, topraktan olanlar da öyledir. Göksel insan nasılsa, göksel olanlar da öyledir. Bizler topraktan olana nasıl benzediysek, göksel olana da benzeyeceğiz. (1Ko.15:45,48–49; bkz. Yar.2:7)
Adem, son Adem olan İsa Mesih’in örneğidir. Fakat Adem, Mesih’i önceden temsil eden tek kişi değildir.
İsrail’in çobanı olarak Musa, gerçek çoban olan Mesih’e bakar (İbr.3:3–6). Başkâhin olarak Harun, gerçek Başkâhin olan Mesih’e bakar (İbr.7—8). İsrail’in kralı olarak Davut, krallar Kralı olan Mesih’e bakar (2Sa.7:14; Mez.110:1). Bütün peygamberler, en büyük Peygamber olan Mesih’e bakar (Yas.18:15–22). Eski Antlaşma’nın ilkeleri ve bayramları Mesih’e ve Mesih’in eylemini işaret eder. Örneğin, İbraniler’in yazarı antlaşma sandığının Mesih’e ve Mesih’in eylemini işaret ettiğini söyler: “ Kutsal Ruh bununla çadırın ilk bölmesi durdukça, kutsal yere giden yolun henüz açıkça gösterilmediğini belirtiyor. Bu, şimdiki çağ için bir örnektir; sunulan kurbanlarla sunuların tapınan kişinin vicdanını yetkinleştiremediğini gösteriyor” (İbr.9:8–9). Ancak Mesih geldiğinde O’nu işaret eden bütün kurbanlar, törenler ve bayramlar ortadan kalktı. Tanrı yeni bir şey kurmak için eski düzeni ortadan kaldırdı (İbr.10:9). Pavlus aynı gerçeği başka bir yerde daha dile getirir: “Bu nedenle kimse yiyecek içecek, bayram, yeni ay ya da Şabat Günü konusunda sizi yargılamasın. Bunlar gelecek şeylerin gölgesidir, aslı ise Mesih’tedir” (Kol.2:16–17).
Sünnet-yanlıları, Eski ve Yeni Antlaşma arasındaki bu ilişkiyi kavrayamadı. Özellikle de sünnetle ilgili kısmı anlayamadılar. Bu Eski Antlaşma sembolü sünnet ya da kesip atma, Mesih’in çarmıhta Tanrı’dan yoksun kalmasını işaret etmekteydi. Bu sünnet Kutsal Ruh’un dökülmesini beraberinde getirdi ve etkili çağrısıyla seçilmişlerin yürekleri elle yapılmayan sünnetle sünnet edildi (Kol.2:11). Bu nedenle Pavlus, hayal kırıklığına uğrayarak şöyle der: “Sizin için korkuyorum. Yoksa uğrunuza boş yere mi emek verdim?” (Gal.4:11). Her şeyin boşuna olduğunu düşünür, çünkü zamanı geri almaya, yasanın lanetinden Mesih tarafından verilen özgürlük sayesinde kurtulmak yerine yasanın boyunduruğuna geri dönmeye çalışmaktadırlar. Işıktan karanlığa, lütuftan yasaya ve çöldeki özgürlükten Mısır’daki boyunduruğa geri dönmeye çalışmaktadırlar.
Dorothy L. Sayers, Creed–or–Chaos? Why Christians Must Choose Either Dogma or Disaster (Or, Why it Really Does Matter What You Believe) (Manchester, NH: Sophia Institute Press, [1949] 1974), 12.
Leonhard Goppelt, Typos: The Typological Interpretation of the Old Testament in the New (Grand Rapids, MI: Eerdmans, 1982).
Kendi Kendimizi Kurtaramayız
Burada göze çarpan birçok şey vardır; en başta da kendi kendimizi kurtaramıyor olmamızdır. Bu nedenle, tamamen yoksun ve tamamen günahkâr olduğumuzu kavramalıyız. Tamamen günahkâr olduğumuz ve kendimizi kurtaramayacak olduğumuzu söyleyen Kutsal Kitap’a dayalı doktrini kabul etmeliyiz. Pavlus’un dediği gibi, doğru hiç kimse yok, tek kişi bile (Rom.3:10). Herkes Tanrı’nın yüceliğinden yoksun kaldı (Rom.3:23). Yalnızca günahlarımız içinde ölü değiliz; Kutsal Yazılar aynı zamanda Tanrı’nın düşmanları olduğumuzu da söylemektedir. Fakat O’na karşı kayıtsız değiliz. Doğamız gereği O’ndan nefret etmekteyiz (Ef.2:1–3). Ancak Pavlus başka bir yerde ne demiştir? “Çünkü biz Tanrı’nın düşmanlarıyken Oğlu’nun ölümü sayesinde O’nunla barıştıksa, barışmış olarak Oğlu’nun yaşamıyla kurtulacağımız çok daha kesindir” (Rom.5:10). Başka bir ifadeyle, bizlerin yapamadığı şeyi Tanrı Mesih’te yaptı. Tanrı bu karanlık dünyaya geldi, biz kurtulalım, karanlık çukurdan çıkalım ve ölümden yaşama dirilelim diye biricik Oğlu’nu kurban sunusu yaptı. Eğer Tanrı bizim tamamen yetersiz kaldığımız bu şeyi Oğlu’nda gerçekleştirdiyse, neden Tanrı’nın bize vermiş olduğu özgürlüğü bizi kurtardığı tutsaklığa geri dönmek için kullanıyoruz?
Yasacılığımızın kaynağının, Kutsal Kitap’ı, özellikle de Eski Antlaşma’yı okuma şeklimize dayandığını düşünüyorum: Mesih’i görmekte başarısız oluyoruz. Kutsal Yazılar’ı, özellikle de Eski Antlaşma’yı okurken Mesih’i aramalıyız. İsa Mesih kendisini elçilere, Eski Antlaşma’daki anahtar kişi olarak tanıtmıştır. İsa Mesih hizmeti ve göreviyle ilgili her şeyi–“Musa’nın yasasından, peygamberlerin ve mezmurların bildirdiklerinden”–yani bütün Eski Antlaşma’dan açıklamaktadır (Luk.24:44–45).
Bu, kilisenin tarih boyunca her zaman yaptığı bir şeydir. Ancak Jean Calvin’in sözleri büyük katkı sağlamaktadır:
Mesih’in en iyi, Kutsal Yazılar’dan bilinebileceğini benimsemeliyiz. Eğer durum böyleyse, Kutsal Yazılar Mesih’i bulma amacıyla okunmalıdır. Bu amaçtan dönen kişi, tüm yaşamını öğrenmeye adamış olsa da, gerçeğin bilgisine asla erişemez… Çünkü Mesih ilk olarak Müjde’de ortaya çıkmadı; fakat Yasa’nın ve Peygamberlerin O’nu işaret ettiği Müjde’de açıklandı.3
Eğer bu düşünceyi kavrarsak, Kutsal Kitap çalışmamız Mesih’i odak noktası olarak alır.
Bu, Mesih’in zamanında Yahudiler’in esas problemiydi: “İsrailoğulları’nın zihinleri körelmişti. Bugün bile Eski Antlaşma okunurken zihinleri aynı peçeyle örtülü kalıyor. Çünkü bu peçe ancak Mesih aracılığıyla kalkar. Ne var ki, bugün bile Musa’nın yazıları okunduğunda yüreklerini bir peçe örtüyor” (2Ko.3:14–15). Eğer önce Mesih’i arasak, o zaman yasaya bakıp kurtuluşumuzu sağlamanın bizim görevimiz olduğunu düşünmeyiz, aksine yasayı yerine getirişiyle Mesih’in doğruluğunu görürüz. Eski Antlaşma’nın ahlaki yasalarını okuyup bugünkü devlet düzeniyle ilgili olduğunu düşünmeyiz ve Mesih’in krallığının doğruluğunun gölgesi olduğunu görürüz. Eski Antlaşma’daki kurbanları görüp, Tanrı’nın hoşgörüsünü kazanmak için yapabileceğimiz bir şey olduğunu düşünmeyiz, bunun yerine Mesih’in kusursuz kurbanımız olduğunu görürüz. Bu şekilde Mesih’in ufkumuzda duran Kişi olduğunu görür; imanımızın hem kaynağı hem de tamamlayıcısı olarak yalnızca O’nu biliriz.
Umarım yalnızca Pavlus’un Galatyalılar’a mektubunda değil, fakat Kutsal Yazılar’ın tamamında İsa Mesih’in ve eyleminin Kutsal Yazılar’ın merkezi olduğunu görebiliriz. Eğer İsa Mesih’in Tanrı’nın bütün vaatlerinin yerine getirilmesi olarak görürsek, artık gölgeler diyarında yaşamaz, fakat zamanı geri almaya asla çalışmadan vahyin ışığında yaşarız. Yalnızca Mesih’le olan birliğimizle ve imanla aklanabileceğimizi, kutsallaşabileceğimizi ve yüceltilebileceğimizi görürüz. Tanrı’nın gözünde lütuf bulabilmek için Tanrı’ya kusurlu sunularımızı sunmaya çalışmayız. Tanrı’nın gözünde lütuf bulduğumuzu kesin bir şekilde bilerek, Mesih’in kusursuz doğruluğunu sunarız.
Galatyalılar’ın bu bölümü bütün Hristiyanlara bir uyarıda bulunmaktadır. Pavlus, Galatyalılar’ı eski yollarına dönmemeleri için uyarmaktadır. Bu yalnızca ilk yüzyıldaki Hristiyanların yüzleşmiş olduğu bir şey değil, bütün Hristiyanların yüzleştiği bir ayartılmadır. Mesih’ten ayrı tek bir gün bile geçirmeyen ve Hristiyan aile ortamında büyümüş kişiler için bile günahla lekelenme, doğruluk yolundan ayrılma denenmesi vardır. Yıllardır alkol almamış bir alkoliğin yıllar sonra gördüğü bir bara arzu dolu bakışı gibi, sıklıkla Hristiyanlar da Hristiyan olmadan önceki yaşamlarına arzuyla bakabilirler. Bir zamanlar ne kadar “eğlendiklerini” ve “özgür” olduklarını hatırlarlar. Tıpkı önce bir yudum alacağını söyleyip de sonunda bir fıçı dolusu içki içen bir alkolik gibi, günahla cilveleşmemiz görünürde ruhu tehdit etmeyen şeyleri kolayca kızıştırabilir.
Kışkırtılmanın doğasına bakmaksızın, Hristiyanlar her zaman pak kalmalı ve Mesih’i aramalıdır. Geçmiş yaşantılarımız ne kadar cezbedici görünürse görünsün, günahkâr geçmişimiz yıkanmış bir tabuttur: dışı temiz görünür, fakat içi ölümle doludur. Yalnızca Mesih Ruhu ve Kelâmı aracılığıyla düşüncelerimizi kutsal ve temiz olana çevirebilir. Bu nedenle, her zaman günahtan kaçınmalı ve gayretli bir biçimde Mesih’in ardından gitmeliyiz.
John Calvin, Yu.1—10, CNTC, trans. T. H. L. Parker, eds. David W. Torrance and T. F. Torrance (Grand Rapids, MI: Eerdmans, [1961] 1995), 139.